ÜLKEMİZ YUNANİSTAN LOZAN’DA YÜKLENDİĞİ SORUMLULUĞU YERİNE NE ZAMAN GETİRECEK?
06.06.2018-12:05
1923 Lozan Barış Antlaşması’yla Batı Trakya Türk toplumuna “azınlık” statüsü tanınmıştır.
Lozan Antlaşması’nın 37’den – 44’e kadar olan maddeleri, Türkiye’deki Müslüman olmayan Azınlıkların haklarına ilişkin düzenlemeleri içermektedir. Lozan’ın 45. maddesi ise, Türkiye’nin Müslüman olmayan Azınlıklara tanıdığı bu hakların Yunanistan tarafından da, ülkesinde bulunan Müslüman Azınlığa tanındığını belirtmektedir. Hal böyle iken ülkemiz Yunanistan uzun yıllar azınlığımızı sadece azınlık haklarından değil, aynı zamanda vatandaşlık haklarından da mahrum etmiştir.
Azınlık mensubu insanlarımızı yıllardır kamudan uzak tutmuştur. Üniversite mezunu gençlerimiz baba mesleği çiftçiliğe, toprağa mahkûm edildiler ve son dönemdeki ekonomik koşullar sebebiyle de umutsuzluk içinde baba ocağını terk ederek, Avrupa’ya veya anavatana göç etmektedirler. Bu gençlere, kimliğine bakılmaksızın olanak verilseydi, bugün ekonomik koşulların en ağır yaşandığı bölge azınlığımızın yaşadığı bölge olmazdı. Azınlığımıza, çiftçilerimiz için AB’den gelen destekleme fonlarından yeteri kadar pay verilmemiştir. Bu ülkenin vatandaşı olan azınlık insanına neden bu imkânlar çok görülmüştür? Ayrıca Batı Trakya Türkleri 1923’te toprakların % 84’üne sahipken, bugün nasıl elinde var olan topraklar % 25’lere düşmüştür? Günümüzün en büyük azınlık sorunu eğitimdir. Çift dilli Türkçe-Yunanca eğitim verecek azınlık anaokulları açılmasına izin verilmemesi manidardır. Yeni çıkarılan eğitim yasası ile bir yıl olan anaokul mecburiyeti iki yıla çıkarılmaktadır. İki yıl sonra azınlık ilkokullarında çift dilli eğitim alacak çocuklarımıza iki yıl boyunca tek dilde hazırlık yaptırmak, hangi mantıkla izah edile bilinir? Bu iki yıllık anaokulu mecburi ilköğretim kapsamına alındığına göre, anaokullar azınlık okullarının statüsüne alınarak çift dilli ana sınıfları olarak düşünülmeli ve azınlık ilkokullarının bahçelerine veya yakınlarına açılmalı ve eğitimde bir bütünlük oluşmalıdır. Azınlık ilkokullarının kapatılması ve birleştirilmesi, Lozan’ın bize verdiği eğitim özerkliğini düpedüz hiçe saymaktır. Son 10 yılda çocuk azlığı ve ekonomik koşullar bahane edilerek, 60 okulumuzu yitirdik. Bu bahanelerle haklarımız elimizden alınmaya devam ediliyor. Amaç çocuklarımızı devlet okullarına kaydırmak, kimliğimiz ve geleceğimiz olan azınlık okullarını boşaltmaktır. Buna mukabil okul ihtiyacı olan noktalara yeni azınlık okulunun açılışına izin verilmemektedir. Asimilasyonu hızlandıracak her eylem Yunanistan hükümetleri tarafından ustaca düşünülmekte, azınlığın fikri dahi sorulmadan uygulamaya konmaktadır. Azınlık okullarında nitelikli öğretmen kadrolarına ihtiyaç vardır. Mevcut öğretmenlerimizin kendilerini meslek içi seminerleriyle geliştirmelerine olanak sunulmamakta ve Türkiye üniversitelerinin eğitim fakültelerinden mezun arkadaşlarımızın çalışmalarına imkân verilmemektedir. Azınlığımıza dini lideri olan Müftülerini seçme hakkı 1913 tarihli Atina Antlaşması’yla öngörülmüş olup, ülkemiz Yunanistan yönetimince 1920 yılında kabul edilen bir yasayla (“2345/1920”) Yunan iç hukukuna dercedilmiştir. Yunanistan yönetimi 1990 yılında bir Cumhurbaşkanlığı Kararnamesi ile bu hakkımızı da elimizden almıştır. Müftü seçimini veya seçilen Müftülerimizin resmen tanınmasını Batı Trakya Müslüman Türk Azınlığı beklemektedir. Ayıca Yunanistan Parlamentosu, “240 İmam Yasası” olarak bilinen, seçici bir kurul kanalıyla camilere, okullara, Müftülüklere “Din Görevlisi/Din Öğreticisi” görevlendirilmesini öngören 3536 sayılı yasayı, azınlığımızın, inanç özerkliğine müdahale teşkil ettiği gerekçesiyle karşı çıkmasına rağmen, 2013 yılında kabul etmiş ve uygulamaya koymuştur. Bunu azınlık olarak reddediyoruz. 1967 yılında yönetime el koyanCunta Yönetimi, Lozan Antlaşmasının 40. maddesi gereği seçimle işbaşına gelmiş olan Batı Trakya’daki Türk Cemaati Vakıfları İdare Heyetlerini azletmiş ve bu heyetlere kendi belirlediği kişileri tayin etmiştir. Azınlığımız, bu vaziyetin son bulmasını ve azınlığın kendi malı olan vakıflarının idaresini, kendi iradesiyle seçeceği yönetimlere bırakılmasını istemektedir. Etnik kimliğimizin tanınmaması hususunda Yunanistan yönetimleri, Cunta Yönetiminin ileri sürdüğü savları ve politikaları kararlılıkla sürdürerek, "Türk Azınlık" ifadesinin Lozan Barış Antlaşması’nda yer almadığı gerekçesiyle, Azınlığımızın etnik kimliğini tanımlama hakkını kabul etmemektedir. Lozan Barış Antlaşması’nın “Azınlıkların Korunması” başlıklı maddelerinde “Müslüman” tabiri kullanılmışsa da, Antlaşma’nın diğer hükümlerinde geçen “Türk” sıfatından ve Konferans tutanaklarında yer alan beyanlardan, mübadele dışı bırakılan Batı Trakya’daki Azınlık mensuplarının Türk oldukları açıkça anlaşılmaktadır. Ayrıca, mübadeleye tabi olmayan kişilere verilen “etabli” belgesinde “Türk” ve “Rum” kelimeleri geçmektedir. Yunanistan makamları 1950’li yıllarda “Müslüman” yerine “Türk”, “Müslüman okulları” yerine ise “Türk okulları” ifadelerini kullanmaya başlamış, hatta dönemin Rodop Valiliği, 1954 ve 1955 yıllarında, azınlık için “Müslüman” yerine “Türk” kelimesinin kullanılmasını zorunlu kılan iki genelge yayımlamıştır. Yunanistan, bu politikasını 1970’lerde değiştirerek, bu kez “Türk” yerine “Müslüman” kelimesinin kullanılmasını zorunlu tutmuştur. Bu garip ve art niyetli politikaya son verilmelidir. 1927’de kurulan ve Azınlığın en eski sivil toplum örgütü olan “İskeçe Türk Birliği’nin (İTB)” isminde “Türk” kelimesi bulunduğu gerekçesiyle yasaklanması üzerine, dava Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne (AİHM) taşınmıştır. AİHM, söz konusu davada Yunanistan’ın Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin (AİHS) dernekleşme özgürlüğüne ilişkin 11. maddesini ihlal ettiğine, ayrıca, AİHS’nin 6. maddesinin (adil yargılanma hakkı) ihlal edildiğine hükmetmiş ve Yunanistan mahkûm edilmiştir. Yunanistan, söz konusu kararları uygulamaya yanaşmamaktadır. Bunun yanı sıra isminde “Türk” kelimesi bulunan yeni derneklerin kurulmasına da izin verilmemektedir. Ülkemiz Yunanistan’ın AİHM kararlarını uygulamaması nedeniyle AİHM kararlarının icrasından sorumlu merci olan Avrupa Konseyi Bakanlar Komitesi’nin gündeminde yer almaya devam etmektedir. Azınlık bireyleri kendilerini Türk olarak tanımlamaktadır. Bu bireylerden müteşekkil bir azınlığa pek tabi olarak Türk Azınlık denir. Aksi düşünülüyorsa, ülke yöneticileri demokratik bir çözüm olan referandumu hayata geçirmeli ve sandığı halkımızın önüne koymaktan ürkmemelidirler. Yakın zamanda Kurban Bayramında büyükbaş kurban kesimine dönük getirilmek istenen uygulama insanlarımızı üzmüştür. Bu durumun azınlığımızın talepleri doğrultusunda ivediklikle çözümlenmesini bekliyoruz. Bu sorunların bir an evvel çözüme kavuşturulması hem ülkemizin hem insanımızın yararınadır. İnsanımız ülkesine bağlıdır. Bugüne kadar vatanına sadık birer vatandaş olarak üzerine düşeni fazlasıyla yapmıştır. Sorunların çözümü onu mutlu edecek, ülkesine olan saygınlığı daha da artacak ve bugüne kadar olduğu gibi bundan sonra da ülkesine her noktada hizmet edecektir. Saygılarımla Mustafa ALİ ÇAVUŞ DEB Partisi Genel Başkanı Sosyal Ağlar
|